Mağlup mu desem mahcup mu ama ikisi de değil. Ben garip, sen güzel dünya umutlu öyle bir tuhafım bu akşamüstü sevgilim canavar götürür gibi iki yanım iki süngü Vurulmuşum, düşüm gecelerden kara, bir hayra yoranım çıkmaz. Canım alırlar ecelsiz, sığdıramam kitaplara. Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel. Kanunu yapanlar ihtiyar. Ben garip sen güzel. Dünya umutlu bir tuhafım bu akşam üstü AhmetArif - Tutuklu: Tutuklu Birden Kurşun yemiş gibi susar Gözbebeklerine karşı Susar da Açılıp yol verir şehir Sade radyolarda bir gamlı hava Elaziz uzun çarşı Firarda gözüm yok Namussuzum yok Yok pişmanlık bir halim Yaslanıp bir cigara yakmak isterim Dumanı cevahir değer Mağlup mu desem mahçup mu Ama ikisi de değil Ben garip sen güzel Dünya umutlu Öyle bir tuhafı LudwigWittgenstein. “Başkalarına, senin için ifade ettiğinden daha fazla bir şey ifade edemez. Sana neye mal olmuşsa, onlar da o kadar ödeyecekler.”. Ludwig Wittgenstein. “Dünyadaki başka insanların bana dünya hakkında söyledikleri, benim dünya deneyimimin çok küçük ve önemsiz bir kısmıdır.”. Ludwig Wittgenstein. Sen ne kadar gizledim desen de apaçık. Şu karşımdaki koca dağ bile gizlendi karanlık ile derken gökten epey kuvvetli bir ışık apaçık ediveriyor ya o ışık; gölgenin gölgesi. Kapkara gök derken. şimşek pırıltısıyla tüm ihtişamı ile ortaya çıkan bulutlar. en güzel, en mutluluk, en çok hoşa giden de. Fast Money. Yavuz ŞEN’S Post See other posts by Yavuz Seksenine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen 45 yaşında ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı . Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu 'Bu ne oğlum?' Oğlu şaşkın, cevapladı 'o bir karga baba.' Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu 'Bu ne oğlum?' Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı 'Baba, o bir karga' Karga hala pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu 'Bu ne?' Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü 'O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?' Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun Sabri taştı ve sesini yükseltti 'Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hala sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?' Babası -yüzünde hala bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hatıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi. 'Bu gün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanı başımızda ki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 sorusunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu.' SABIR HOŞGÖRÜ İLLAKİ SEVGİ............MAVİ İLE.............. En bilinen tatlılardan biri Aşure. genellikle, Muharrem ayının 10' cu gününde pişirirler....Kızı olan annelerin mutlaka yapması gerekir gibi inanışta var. Kızlar komşulara götürür ve bu evde evlenecek kız var demektir... Komşu ve akrabalarla paylaşılır. Arapça ”on ” Museviler ”aşur ” dan geldiği görüşünde... Anadolu Rumları ve Yunanlılar ” koliva ” Kıbrıslılar ” golifa ” yapmışlar... Yeni yıllın ilk günlerinde bol, bol pişiriyorlar. .Yeni yılın bereketli geçmesi için hazırlanıyor... Anadolu Alevileri ; 12 imamdan dolayı 12 rakamı çok önemli ... 12 gün oruçtan sonra aynı gün, aşureyi 12 malzemeden yapıyorlar... Aşurenin yaratılması hakkında çeşitli hikayeler olsa da; en bilineni Nuh Peygamber karısından gemide kalan yiyeceklerle son yemeği yapmasını ister... O da 4o çeşitten yemek yapar...Selamet Çorbası denir.... Her sene Muharrem ayının 10. gününde kutlamalarına başlayan ve bereket inancıyla da büyük bir bağlantısı olan aşure, sadece ülkemizde değil; değişik şekillerde de olsa farklı birçok toplumda kendine yer bulmuştur. Hatta birçok kültürde paylaşım ortamının oluşmasına da vesile olmuştur................ Türkiye'nin ilk toplu iğne fabrikası... 1951'de kurulan Atlı Zincir İğne ve Makine Fabrikası bu Türkiye’nin ilk toplu iğne fabrikası olarak kayıtlara geçmektedir. Öyle ki fabrikanın web sitesinde bulunan yazıda şu ifadelere yer veriliyor “ATLI, Türk sanayinde ilkleri gerçekleştirmek üzere 1951 yılında Kollektif Şirket olarak İstanbul Topkapı’da kurulmuştur. Şirket yapısının 1956 yılında Anonim Şirkete dönüştürülmesi ile birlikte; zengin ürün çeşitliliği sağlanmıştır. O tarihlerde ATLI, gerçekleşen Toplu iğne üretimi ile Türk sanayindeki gelişmenin sembolü olarak görülmüş, “Türkiye bir toplu iğne bile üretemiyor” yargısına son vermiştir.” Esenler'de Atlı zincir fabrikası hala devam ediyor.............. Tarla nasıl sürülür anlatsan anlamaz tipler, iktisat dersi veriyor. Öyle bir kopuş hâli... Çiftçi soruyor "şunu eksek nasıl olur" diye, doktorasını almış tipler "şunu ek şunu biç" diyemiyor... Dün Sümerleri anlatan akademisyenler vardı; bugün Platon'un karakterlerini anlatan içi boş akademisyenler yetişmiş. Sadece tarih bölümlerinde değil; kokuşmuşluk her fakültede de var. Millet kendi kültürüne, geleneklerine yabancılaşmış. Küçümsüyor. Göktürkçe "Türk" yazısını "ırkçılık" olarak algılayan paranoyaklaşmış tipler... Bir manav ile bir mühendis aynı restorana gidemez olmuş. Meslek grupları, statüsel bir ayrım ve bir kopuş yaratmış. Kültür bağların kopmuş. Sanat galerisinde marangoz, çiftçi göremiyorsun. Çiftçiyi anlatan sanatçın da yok. Sanatçı dediğin kendi insanını, kültürünü anlatmalı. Resim, müzik, heykel sanatı, milletin kimlik ve kültürünü yansıtır. Tarihi eseri işçi çıkarıyor ama tarih müzesinde işçi yok. "Davul bile dengi dengine" gibi tuhaf sözlerle büyümüş bir nesil. Kimse kimsenin destekçisi değil. Müzisyenler şikayetçi fakat halktan tepki yok çünkü bağı yok. O bile statüleşmiş... Sokak müzisyeniyle salon müzisyeni arasında bile bir statü oluşmuş. Makama göre hürmet... Mühendisse, avukatsa beyefendi oluyor. Siz diye hitap görüyor. Tezgahtarsa "siz" yok "sen" oluyor. Yaşı ne olursa olsun, makama göre saygı... Ye kürküm ye... Nereye gidiyoruz? Bunu konuşacak aydınımız yok mu? Bu karmaşayla yaşayamayız. Sevgi, sadakat, vefa, özlem gibi duygular yozlaşıyor. Bunlar olmadan yaşamanın bir anlamı yok. Tertemiz duygularımızı bastırıp öldürüyoruz ve sürekli insan değiştiriyoruz. Oysa bu şekilde sadece egomuz yaşar ve sonu yalnız kalmaktır. TV'de dizilerde halasına, yengesine göz koyan yaratıklar, "aldatan eşi affet" diye tavsiye veren psikologlar türedi. Bi kereden bi şey olmaz, demekten ne farkı var? Gelişmiş devletler iktisadi bir bilince sahip. Traş makinesi alıyorsun, içinden Alman bayrağı çıkıyor. Bizde ağzını gevşete geşvete "zaten %100 yerli ürün yok" diyen boş tenekeler türemiş. Türk milleti çok gördü Kızılca gün ama bu çöküşe gider. Böyle yaşayamayız. Millî kişiliğimiz, ilkelerimiz, millî değerlerimiz ölürse yok oluruz.......................................... Bugün, bostancı'daki kadıköy dolmuş durağı. dolmuşun plakası 34 TZB 14. genç bir kadın , kayışından tuttuğu köpeğiyle dolmuşa binip binemeyeceğini soruyor. babacan şoför, "gel, öne bin. köpek daha rahat gider" diyor. köpeğin ağzında ağızlık var. "ağızlığı çıkar" diyor şoför. "hava çok sıcak." başka bir ülkeye ışınlandığımı sandım. beceriksizce de olsa, fotoğraflarını çektim. arka koltukta oturan bir diğer yolcu telefonunu bana uzatıp, "benim için de çeker misiniz?" dedi. yanımdaki yolcu şoföre "sizin gibi insanların olduğunu görmek çok güzel" dedi. beykoz barınağı'ndan kurtarılma köpek, genç sahibi, bir dolmuş dolusu gülümseyen yolcu... caddebostan'a kadar mutlulukla geldik. sonra genç kadın ve köpeği indiler. yanımdaki yolcu da indi. başka bir yolcu bindi dolmuşa. "klimayı açsanıza" dedi şoföre. "klima açık" dedi şoför. "bana hiç hava gelmiyor, öffff" dedi yolcu. memlekete döndük yurdum insanları. siz yine de plakayı bir kenarınıza not edin. olur da köpeğinizle yolunuz kadıköy dolaylarına düşerse... güzel insanlar hala seven yolcular da... iyi geliyorlar insana.....mavi ile.............................Aysen Ertur Bir zamanlar hayatının insanı olan, her hayali birlikte kurduğunuz, birbirinizin yalnızlığına ortak olduğunuz, yatağa her yattığınızda mesajlaştığınız, birbirinizi kıskandığınız, ikinizden birine bir şey olsa düşünmeden canınızı vereceğiniz, konuşmadan bir saat bile duramadığınız, konuşmadığınızda, kavga ettiğinizde huzursuz olduğunuz, kalbinizin birbiri için attığı o insan şimdi nerede, hiç düşündünüz mü? Önce soğukluk girdi aranıza. Geceleri konuşmaz oldunuz, Birlikte hayal kurmayı bıraktınız, Aylar geçti aradan, Akıllarda birbirinize dair hiçbir şey kalmadı. Ne yapıyordur acaba şimdi?...........................mp. Düşünen Adam "Kötü şiirler kadar yalnızım bu gece."............................ae. Yıl 1917 Yer Irak.. İngiliz general, koyunlarını otlatan çobanı uzaktan bir müddet izledikten sonra,, yanına yaklaşır ve ; Eğer sürüyü koruyan köpeğini öldürürsen Sana 100 sterlin vereceğim der. Uzun zamandır zor şartlarda yaşayan çoban için büyük paradır bu miktar.. Ancak köpek de çok kıymetlidir. Çobanın tek güvendiği, sürüsünü idare eden, her türlü tehlikeye karşı koruyan, hasta olan koyunun başında bile günlerce aç susuz bekleyen, bir varlıktır köpeği.. Ama teklif edilen para, 100 sterlin. İyi para! Çoban, köpeği yakalayıp generalin önünde keser ve alır parayı. General; Köpeğin derisini yüzersen, 100 sterlin daha veririm der.. Çoban bu sefer düşünmeden, yüzer deriyi ve alır parayı. General; Köpeği parçalara ayırırsan, 100 sterlin daha der.. İş raydan çıkmıştır artık. Ayırır parçalara, alır parayı.. İşi biten general ordan ayrılırken, bu sefer teklif çobandan gelir; 100 sterlin daha verirsen, köpeğin etinden de yerim.. General cevap verir; Asla!. Benim amacım, değer verdiklerinize karşı yaklaşımınızı öğrenmekti. Sen para için yoldaşın, yardımcın, her şeyin olan köpeği feda ettin.. Ben ihtiyacım olan şeyi öğrendim. Sonra yanındakilere dönüp; İnsanlar bu karakterde olduğu müddetçe korkmayın, her şeyi yaptırabilirsiniz der. Parası olup, değeri olmayan insanlar, değeri olup parası olmayan insanların hayat anlayışını değiştirdi.. Artık slogan belli.. Paranın satın alamayacağı şey yoktur. Şahsi menfaat için insanların satamayacağı bir değer kalmadı maalesef. Ama az paraya, ama çok paraya.. Bazen paraya, bazen makam mevkiye.. Kazanmak için satanlar ! Aslında tamamen kaybettiklerini farketmiyorlar çoğu zaman.. Kimileri de farkettiği halde satıyor. Sureti haktan görünüp, Sizden köpeğinizi isteyen çok olacak. Bugünlerde fazlasıyla olduğu gibi. Ne köpeğinizi satın, ne de başkasının köpeğine göz koyun.. Çünkü değerlerini para için satanlar, sattıkları kişinin köpeği olmaktan, başka işe yaramazlar.. Paranın açamayacağı kapı yok diyenler, Aslında ! para için her şeyi yaparım diyenlerdir..............................a. More from this author Explore topics TUTUKLU Birden Kurşun yemiş gibi susar Gözbebeklerime karşı Susar da Açılıp yol verir şehir Sade radyolarda bir gamlı hava "Elaziz uzun çarşı" Firarda gözüm yok Namussuzum yok Yok pişmanlık bir halim Yaslanıp Bir cigara yakmak isterim Dumanı cevahir değer Mağlup mu desem mahcup mu Ama ikisi de değil Ben garip sen güzel Dünya umutlu Öyle bir tuhafım bu akşamüstü Sevgilim Canavar götürür gibi İki yanım İki süngü Ahmed ARİF 1951 Ankara Cezaevi Bu sayfada Şair ve gazeteci Ahmed Arif tarafından söyleyenen sözü bir kısmını okuyacaksınız. Tamamını okumak ve bu söze yapılan yorumları görmek için sayfayı ilerletiniz. Ahmed Arif şöyle demiştir Mağlup mu desem, mahçup mu? Ama ikisi de değil. Ben garip, sen güzel. Dünya u... Sözün devamı, sayfanın ilerleyen kısmındadır. Bu ve buna benzer sözler aşağıda listelenmiştir. Mağlup mu desem, mahçup mu? Ama ikisi de değil. Ben garip, sen güzel. Dünya umutlu. Yorumlar Burası çok ıssız, henüz yorum yazılmamış. İlk yorum yazan sen ol! Yorum Yaz Söz Kimin bu bölümde, ünlülerin bazı dikkat çeken sözleri yer almaktadır. Sözler hakkında Aşağıdaki sözlerde hata olduğunu düşünüyorsanız lütfen bizimle geçiniz. Bildirin. Kadınla erkek arasında aşk dedikleri, bir mevsim. Ve bu mevsim çiçeklenme döneminde nasıl bir yeşillikler şöleniyse, solma döneminde de bir yığın çürüyen yapraktan başka bir şey değil. Dünyanın en büyük evindeki en büyük odaya sahip olsan da; senin sıkıştığın yer beyninin içidir ve bütün kazalar orada gerçekleşir. Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır. Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar. Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar. Öldüğümde arkamdan kötü konuşmasınlar bana yeter! Kimsenin canını yakmadım, kimseye kötülük yapmadım, kul hakkı yemedim, kimseyi hor görmedim, kimseye şımarıklık ya da güç gösterisi yapmadım. En önem verdiğim Şey bu. İyi insan olmak, dünyadaki her şeyden daha zordur. Sanatımın da hakkını verdi Halkın sanatçısı oldum. İnançsızlık, sonunda terörü doğuran yozlaşmanın ve bürokrasinin temellerini atar. Benden eğerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin vereyim, fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin vermem, veremem. Misafirlerin Baktığı Posts Ask me anything Submit a post Archive “Ben garip, sen güzel, dünya umutlu…” More you might like Ne kadar da güzel gülüyordu… amaris-16 "Bir akşam sefasında gözlerime doldurduğum en güzel uykuydun, her gece yastığıma gizlediğim en tatlı rüya ve sabahların en güzel günaydınıydı sesin... Ben yaşamın sonsuzluğuna inanıp, güneş gibi yana yana parlamayı sende öğrendim, seninle genişledi göğüm, ferahladı boynum... Ben en çok sen kokunca güzeldim, ben bir tek seni öpünce pamuk şekerdim sevgilim..." Kelebeğin ömrü bir gündür diyorlar ya! Karnımda senin için asırlardır uçuşan kelebeklerin, Bundan haberi var mıdır? “Bak, sana bir hikaye anlatacağım Toto. Bir zamanlar krallığın birinde bir kral güzel prenses için ziyafet verir. Kapıda bekleyen asker kralın kızını görür ve bir çırpıda aşık olur. Fakat kralın kızının basit bir kapı görevlisiyle ne işi olabilir? En sonunda asker prensese ulaşır ve artık onsuz hayatının bir anlamı olmadığını söyler. Prenses askerin aşkından etkilenir. "Eğer balkonumun altında hiç hareket etmeden yüz gün yüz gece bekleyebilirsen senin olabilirim.” der. Asker kabul eder ve prensesin balkonun altına gider. bir gün, iki gün, üç gün, yirmi gün, otuz gün… her gece prenses dışarı bakar, ama o kımıldamaz bile, yağmurda, rüzgarda, karda… o hep oradadır. Kuşlar kafasına pisler, arılar sokar, ama o kımıldamaz. Doksanıncı günden sonra taş kesilmiş bir vaziyette gözlerinden akan yaşları zapt edemez. uyumaya bile dermanı kalmamıştır. Tüm o günlerinde prenses onu camından seyreder. ve doksan dokuzuncu günün akşamında asker sessizce çekip gider oradan. Bu hikayenin ne anlama geldiğini sorma. Çünkü ben de bilmiyorum. Eğer bir gün anlarsan sen bana söylersin.“ İnsanlar gerçek sevginin ne olduğunu bilmiyor. Aşığım’ diyorlar, 'Seni çok seviyorum’ diyorlar. Ayrıldıkları zaman hemen başkasına koşuyorlar. Onda derman bulup sevgi bekliyorlar. Soran olursa da cevap basit 'Çivi çiviyi sökermiş, yas mı tutalım?’ Hani sevgi! Nerede aşk! Başkasının gözü değse Dünya'yı yakanlar bir anda unutuyorlar. Kendi sesime bile yabancıyım artık. Kime ne anlatsam bilmiyorum. Bazen karşıma çıkan herkesin boynuna sarılmak istiyorum, bazen de tek bir insanın yaptığını tüm insanlığa mal ederek karşıma çıkan herkesi asmak istiyorum… Şimdi ikimizin bir fotoğrafı olmalıydı ama böyle duvara asmalık değil. Telefonda saklamadık hiç değil. İstiyorum ki kitap arasında unutulmalık bir fotoğrafımız olsun. Bundan yıllar sonra biri o fotoğrafı bulsun ve desin ki; “Bir kadın bir adama nasıl bu kadar güzel bakar ?” Ülkeyi değiştirmek olanaksız. Gel konuyu değiştirelim. Korkuyor adam. Korkusu kırılmaktan değil daha çok kırmaktan. Paramparça olup kadının ellerini kesmekten de korkmuyor olun. Adamın düşüncelerini uyandırmayın. Zor susturdu. Aslında susturamadı, susturmazdı da zaten. Sussunlar diye uyudu sadece. Rüyasında yine rahatsız etmek üzereler Düşünceler rüyasına kadar girmiş. Hangi birini düşüneceğini de şaşmış üstelik. İhtimalleri mi düşünmeli, olanları mı, olabilecekleri mi? O kadar güzel gülüyor ki tamam diyorum bu kadar yaşadığım yeter. şükela tümü bugün bir ahmet arif vecizesi. öyle bir tuhafım bu akşamüstü. mağlup mu desem mahcup muama ikisi de değil ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın. hesabın var mı? giriş yap

ben garip sen güzel dünya umutlu